Son dönemki devam filmi, aynı
evren dünyası yapısına biraz gıcık olmaya başlasam da delicesine hayran olduğum
bir filmin devam filmi geliyor deyince insan kızamıyor. Çünkü dürüst olmam lazım,
iş özel efektlere gelince 10 yaşındaki çocuklara dönüyorum. Bildiğin bilgisayar
oyunu gibi olmadığı sürece (bknz. Desolation of Smaug), yani iyi yedirilmişse
(bknz.Avenger) tüm Hollywood klişelerine hop diye kanıyorum (Ki bu ikisi
bambaşka bir yazının konusu olabilir). Bu yüzden de Jurassic World çekiliyor deyince
baya sevindim, ne yalan söyleyeyim.
Ama filmi incelemeden önce Jurasic
Park`in bendeki yerini yazmak istiyorum, çünkü bence bu filme giden herkes
aklında Jurassic Park’la gitti. Abim inanılmaz bir Jurassic Park hayranıydı. Ben
de yanında oturup izlerdim. Yarım yamalak yani, her filmin 45 dakikasını
biliyorum desem yeridir. Ne zaman ailecek Universal Studios’a gitsek, abim
Jurassic Park kısmında kendinden geçerken ben boş boş bakardım. Yani severdim
ama neden etkileyici olduğunu tam anlayamazdım ancak etkilenirdim yine de.
Sonra sinema öğrencisi olmaya karar verdiğimde 3D versiyonunu izledim ve daha
beşinci dakikada hayranı oldum. Klişeler klişe olmadan önce ve düzgün olarak kullanıldığı
bir film olması, müthiş düzenli yapısı, bağ kurulabilir karakterleri ve halen
etkileyici olan görsel efektleri derken bir anda fan-boya dönüştüm. Bir daha
Universal Studios’a gittiğimizde Jurassic Park kısmında oturunca bu sefer tüylerim
diken diken olmuştu. Elbette, Jurassic Park`ın hazin sonu göz önüne alındığında
ondan esinlenen kar amaçlı bir eğlence parkı yapma fikri (dinozorsuz da olsa)
yüksek doz ironi içeriyor. Entelektüel bir mastürbasyon da diyebiliriz. Dinozor
resimleriyle kaplı ünlü yemekhanenin kopyasında hamburgerleri yerken içimden kıkırdadığım
da yalan değil, hem o dünyanın bir parçası gibi hissettiğim için ama aynı
zamanda içinde bulunmanın ölümcül olduğu bir eğlence parkı üstüne bir eğlence parkı
yapmayı inanılmaz komik bulduğum için…
Filme bu düşüncelerle gittim ve Spielberg yine yapısı belli olan ama içine düşeceğimiz
bir film yapar diye düşündüm. Çok yanılmışım. Bambaşka bir şey çıktı.
Gerçekten. Hayatımda bu kadar ne olduğu belirsiz bir film görmedim. Her ne
kadar derinine bakınca, farklı okumalarla oldukça ilginç bir film hale gelse de,
bu filmin hatası kötü olmak değil, kararsız olmak. Hikâyesi, efektleri,
karakter gelişimi, aksiyon sahneleri, nostaljisi... Hepsi arada kalmış hepsi
dengesiz. Her şey olayım derken hiç bir şey olamamış, daha doğrusu herkesi
tatmin etmeye çalışırken sadece bir kaç tür grup insana hitap edebilmiş. Bu
filmin dünyadaki en yüksek gişe açılışını yapması bu durumu değiştirmez. Bu
yüzden Spielberg filmlerinin tutan yapısının niye burada çatladığını anlamak için
Spielberg`in ve Jurassic Park’ın birkaç özelliğinden yüzeysel olarak bahsetmem
gerek.
Öncelikle Spielberg’in sevdiği yapı neredeyse birbirinden tamamıyla başka
seviyelerde işleyen karakter ve olay dünyaları olarak tanımlanabilir. Bu sayede
çift katmanlı hikaye ya da iki paralel hikaye kolaylıklı anlatılırken; filmleri
olay filmi, karakter filmi gibi yüzeysel bir ayrım yapmadan iki grubun
seyircisine de hitap edebiliyor. Bun örnek olarak Jaws’ın adam vs kasaba ve
adam vs köpekbalığı ya da Jurassic Park’ın adam vs park sahibi ve adam vs
dinozor şeklinde özetlenebilmesi örnek gösterilebilir. Yani sadece vahşi
yaratıkla değil, kabullenilmeyen otoriteyle de savaşılır. Ancak bu karakter ve
olay çifti anlatım taktiğinin işlemesinin en büyük sebebi birbirlerine bağlı olmaları,
bir tarz sinerji yaratmalarıdır. Aynı zamanda belli bir mekân içindeki insanlar
ve onların kolektif hataları başkalaştırılır ve o mekâna zarar veren bir
canavara dönüşürler. Jaws`ın doymayan köpekbalığının turistin canından çok işini
düşünen belediye başkanı ve yöre halkından, T-Rex`in de doğayı ehlîleştirilmiş
sanan aslında tontiş mi tontiş park sahibi ve ona bu yolda destek olan yani bilimselliğin
kontrol altında ve her şeyin çözümü olarak kullanacağını savunan ama bununla
toplu katliam silahlarını gelişimine neden olan bilim adamı ekibinden farkı
yoktur. Kısacası kelimenin tam anlamıyla dönüşüm yaşayan kişileştirilmiş
yaratıklaştırma yerine (kurt adam, vampir gibi), bir kişinin başını çekerek bir
grup insanın oluşturduğu bir sorunu yani toplumsal yaratıklaştırma ve Öteki’yi görüyoruz.
Yanlış düşünen, hem sempatik hem antipatik yanları olan karakterlerin kötü
taraflarının durdurulmadığı vakit bu kadar korkunç felaketlere yol açması da
bunun göstergesi… Karakterler arasındaki çatışmadan devam etmek gerekirse Jurassic
Park’ta ayni zamanda hata yapan / hatayı engelleyen/ hatadan kar sağlayan kişi
ve çocuklar dörtlüsünün birbirine güzel bağlanması ve dördünün de hatalarından
ders çıkarması ve değişmesi(obur olan nefret objesi Dennis`in öldürülmesini de
bir tür arınma olarak kabul edebiliriz, hatasının bedelini yaşamıyla ödedi
gibi) tüm o şaşaa içinde filme ciddi bir yapı ve incelenebilir bir derinlik getirmişti.
Son olarak Jurassic Park`ın her zaman iğneleyici bir yapısı vardı. Doğanın
kontrol edilebildiğini sanmanın ya da klasik bir tanımla insanın kibri denen bu
durumun Amerikalıların güvenli kabul ettiği eğlence parkında gelişmesi ve bir doğa
ürünün kâra dönüştürülme çabasının doğanın galibiyetiyle son bulması haddini
bilme(me)yle ilgili çok güzel yedirilmiş bir eleştiridir, oldukça tartışmalı, karmaşık
ve derin de üstelik. Bu efektlerin yeri azımsanamaz. Kısaca bence Jurassic
Park’ı Jurassic Park yapan bunlar.
Simdi Jurrasic World yazısında birinci Jurrasic Park filmini bu kadar konuşma
nedenim, bu yapıyı çıkarınca içinin boş kovan gibi kalması ve Jurassic World’un
bu yapıyı yeniden üretmeye çalışırken feci derece bozması. Bunun en dramatik çöküşü
karakter gelişiminde ve temel önermenin bir köşeye atılmasında görülüyor.
Modern çok karakterli karmaşık filmlere özenen film, aynı zamanda kendi klasik yapısını
tekrar etmeye kalkışmış, ama olmamış.
Karakter gelişimi olarak ele alınca, çok basitçe kimse adam gibi
gelişmiyor, özellikle yan karakterler ölürüm de gelişmem demiş resmen. Çünkü
birinci filmde Dennis’in başına gelerek başlatılan kötü adamı öldür ama kötülük
devam etsin mantığı, burada ikinci film için adam bırakacak şekilde
bulabildiğini öldür şeklinde ilerliyor. Biraz daha net olmak gerekirse, park
sahibi ölüyor, sonradan hayvana alet muamelesi yapan insan ölüyor, bunu üstüne
aradaki “basit” ya da diğer adıyla “toplu” ölümler sizi etkilemediyse, filmin
gereksiz ve beceriksiz karakteri olan asistan dakikalarca bilumum dinozorlar
tarafından parçalanarak öldürülüyor. Ama şimdilik karakter çözümü şiddetle
sonuçlanan karakterleri bir kenara bırakalım. Diğer yan karakterler olan ana
kadın karakterin kardeşi ve ailesi grubu da hiçbir gelişim ve ya ilerleme
göstermiyor. Kardeş olarak yakınlaştıklarını görüp sevinmemiz gerekiyordu
belki, ama zaten kardeşlik bağlarında çok bir sorun olduğunu düşünmüyorum, en
azından boşanma, çapkınlık gibi diğer konulara değinilip sanki bu konulardan
hiç bahsedilmemiş gibi davranılması gerçekten üzücü. O çocukların birer MacGuffin
(kısaca hikayenin ilerlemesi için olan ve film ilerledikçe önemsizleşien
olaylar, örnek olarak o çocuklar sırf iki ana karakter maceraya atılsın diye
kayboldu) gibi işlediğini söyleyip, asıl karakterlerimize gelelim. Doğayla
bağlarını koparmamış, her türlü Amerikan klişesi özgürlük alet edevatına sahip
olan (Karavan ve motor) ana erkek karakterimiz, gerçekten bir gelişim
gösteriyor mu? Yani daha cesur, daha korkusuz, daha herhangi bir şey olmuyor,
daha çok bugüne kadar “saklı” olan yeteneklerini kullanıyor sanki. Apatik bir
şekilde, herhangi bir içsel zorlanma belirtisi olmadan yoluna devam ediyor. Sevmeyi
öğreniyor da denilemez, çünkü ilişki daha çok kadın hazır olmadığı için
yürümemiş izlenimi veriliyor. Yani, aslında tek değişen karakter kadın
karakterimiz. Kozmetik sorunları bir kenara koyarsak, bence kadın karakterin
hikâyesinde göze batan şeyler çok şey bulunmuyor, daha doğrusu kadın karakteri
eleştirmeden önce kesinlikle daha yüzeysel arkadaşlarını (yan karakterleri)
düşünmek gerek. Ancak şimdi buraya Filiz’in kadın karakter üstüne yazdığı küçük
bir eleştiriyi sokmak gerekiyor.
Yazımızın bu kısmında Tuna’nın sözünü bal ile kesiyor, Jurrassic’in önceki
filmlerini hiç izlememiş, son filmini ise henüz izlemiş bir seyirci olarak
devreye giriyor ve birkaç izlemimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Öncellikle asıl bahsetmek istediğim konuya geçmeden filmin geneli ile
ilgili kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Fakat serinin çok büyük fanları
olduğunu göz önünde bulundurarak sadece son filmi izlemiş bir seyirci izlemini
okuduğunuzu size tekrar hatırlatmak isterim. Filmin geneline baktığımda benim
için maalesef ki hoş bir iki saat geçirmekten öteye gidemeyecek kadar yüzeysel
kalıyor. Kurulan Jurassic dünyası göz kamaştırıcı olsa da bu göz kamaştırma işi
filmin tümüne yayıldığında artık hem inandırıcılığını kaybediyor hem de bazı
aksiyon sahnelerinin komik gözükmesine neden oluyor. Aslında film seyirciye
büyük bir macera ve kaotiklik vaat ederken, kendi yarattığı bu mükemmellik ile
kendi kendini baltalamış diyebilirim.
Bu durumu biraz daha özelleştirmek gerekirse, asıl bahsetmek istediğim
konuya da giriş yaparak filmin başrollerini ele alabiliriz. Aslında filmdeki
tüm karakterlerin de en az film kadar yüzeysel kaldığını söylemek yanlış olmaz.
Film boyunca sayısız olay ve karmaşa yaşanırken değişim gösteren tek karakterin
Claire (Bryce Dallas Howard) olması, fakat onun da filmin yarattığı göz
kamaştırmaya yenik düşüyor olması beni asıl rahatsız eden durum oldu. Peki,
nasıl oluyor bu?
Claire filmin başlarında iş kolik, ziyarete gelen yeğenlerine karşı
ilgisiz, hoşlandığı adam tarafından bu özellikleri yüzünden istenmeyen bir
karakterken, olayların ilerlemesi ile birlikte işteki becerilerini hayat
pratiğine dönüştürebilen, ailesinin önemini kavrayabilen ve hoşlandığı adamdan
karşılık alabilen biri haline geliyor, ve bu şekilde dönüşmüş bir karakter
olarak da filme noktayı koyuyor. Fakat Claire’ı üzerinden yaratılan kadın imajı
bu değişimin geri planda kalmasına neden oluyor ve dış görünümüne fazla önem
verilmiş olması da karakterin inandırıcılığını aynı oranda zedeliyor bana göre.
Yani, filmin bir noktasında hem de beklenen aksiyonun tavan yapmış olduğu
sahnelerde; ama ormanda topuklu ayakkabıyla nasıl koşuyor, o kadar atladı
zıpladı o fön hiç mi bozulmaz… gibi düşünceler kafamda oluşmaya başladıktan
sonra ne karakter, karakter ne de Jurrassic World benim için Jurrassic World
oluyor. Bu arada bu durum bir noktada fark edilmiş olsa gerek ki o fön bir
noktada bozuluyor evet, fakat dalgalı fön olarak.
Zaten güzel olan bir kadını çirkinleştirmemek adına gösterilmiş fazla çaba
ile filmin kurduğu dünya giderek yapaylaşıyor. Belki filmin inandırıcı olmak
gibi bir amacı yoktur diye olaya baktığımda ise bunu bir noktada anlıyor olsam
da bu seferde filmlerde yaratılan kadın- erkek imajlarla ilgili bir yargıya
kapılıyorum. Örneğin kadın karakterler hep güzel, erkek karakterler hep
yakışıklı olmak zorunda mıdır? Göze hitap etmeyen kadın karakter inandırıcı
olamaz mı? Mükemmeliyetçilik ya da insan bedeni üzerinden yaratılan estetik
kaygılar bir filmin olmazsa olmazları mıdır? Tabii bu noktada cinsel rollerin
günlük hayatımızdaki etkenlerini de göz ardı edemeyiz.
Beyaz atlı prens ve uzun sarı saçlı prenses devrinden günümüze kadar gelen
bu algı maalesef ki bir dinozor ile savaşıyor olsanız da değişmiyor. Ama ben
size söyleyeyim topuklu ayakkabı ile ormanda koşulmaz, bir de o fön rüzgâr esse
bozulur.
Filizin ve benim yaptığımız bu karakter eleştirilerinden sonra, filmin kendi
yapısına sinsice ama kaliteli olarak dokuduğu bir alt mesaja, canavarlaştırılmış
eski teknoloji ile modern teknolojinin birbiriyle çatışması konusuna değinmem
lazım. Filmin kendi geçmişiyle asıl olarak bağ kuruduğu bölüm bu. Temel aldığım
birinci Jurassic Park filminde T-Rex’in döneme göre değişen teknolojinin bir
tasviri olduğunu yazmıştım. Ama bu filmde ilk filmde yaratılmış T-Rex kolayca
kontrol altına alınabilen, sistemin içine kendini yedirmiş, kısacası yeni World’e
göre gayet “doğal” olan bir varlık. Yeni tehdidimiz ise “doğal olmayan” daha
doğrusu doğada hiçbir zaman bulunmamış bir tür yaratılınca ve bu türün “patent
hakları” şirketler tarafından korununca ortaya çıkıyor. İşte burada Steven
Spielberg’in yaşlandığını anlıyoruz, çünkü gençliğinde savaştığı “teknolojik
gelişim bizim sonumuzu getirir ve kontrol edemeyiz” savı, şimdi “bu eskisi
sorun değil alıştık mübarek ama asıl bu yenisi çok fena”ya dönüşmüş oluyor.
Yani T-Rex iyi, Indominus-Rex kötü ya da hadi T-Rex’e alıştık da Indominus Rex
nedir, bari genetiğiyle oynamayın şeklinde. Bu benzerlikleri ilerletirsek T-Rex
bir doğa harikası, Indominus-Rex doğaüstü bir hilkat garibesi. T-Rex bu dönem
var olmaması gereken ve antik vahşi doğanın kendisini temsil eden bir varlıkken
Indominus-Rex ise hiçbir zaman var olmamış olması gereken, doğaya uyum
sağlayamayan bir seri katil. Bu ince çizgi iki filmi hikayesel olduğu kadar iki
filmin çağlarını da birbirine bağlayan, yıllardır devam eden bir tartışma
izlenimini veren güzel bir ayrıntı. “Eski” teknolojiyle “modern” teknolojinin
temelde ikisi de doğal olmasa da yine de modern teknoloji kesinlikle doğaya
fazla gelen, doğanın kaldıramayacağı ve doğa tarafından ortadan kaldırılması
gereken bir öğe olmuş durumda. Eski teknolojinin yarattığı şey ne olursa olsun,
en azıdan “doğaldı”. Ama yeni teknolojik gelişim, doğal seçilimden geçmemiş,
bir zehir gibi doğaya salınmış durumda. Finalde tüm dinozorların ona karşı
gelmesi ve sonunda öldürülmesi bu
anlama geliyor. Oysaki ilk filmde T-Rex yaşamaya
devam etmişti. Çünkü doğaya eski bir tehdidi yeniden salarsan, doğa onu
benimser ama insan tarafından tanrıcılık oynanarak yaratılan şeyler doğal
değildirler ve ölmeye mahkûmdurlar. Her
ne kadar ilk T-Rex’e doğal demek biraz çelişkili olsa da, bu oldukça çarpıcı
bir sav.
Bu tartışmayı başka bir boyuta taşımak gerekirse, Steven Spielberg’ın eski
filmlerindeki dinozorlar “gerçekken”, yenileri dijital. Eski dinozorlar kamera
tarafından kayıt alına alınan, gerçekçi görünen maketlerken yeni dinozorlarımız
tamamıyla teknoloji yapımı, tamamıyla bilgisayar ürünü olmuş durumdalar. Aynı
benzerlik materyal filmden dijital filme geçiş içinde geçerli. Yani Spielberg’in
eskiden yaptığı eleştiri çok genişti, ama bu sefer eleştirdiği teknolojik
değişimler kendi sahasını, filmi de vurdu. Yapay dinozorun vahşice öldürülmesi
Spielberg’in bu sektörde olagelen değişimlere tepki olarak verdiği sadistik bir
ceza olarak da okunabilir.
İroni ve filmin kendi kavramını yok etmesi ise nasıl okuyacağımı bilemediğim
bir sorun. Birinci filmin ruhunun (hafifçe) korunduğu bu ikinci alan olan self-reflexive/çelişkili/ironik
yapı yine tam yedirilemediği için istenilen etkiyi yaratamamış. Basitçe, filmin
dalga geçtiği şeyleri bizzat barındırarak dalga geçiyorum derken aslında
reklamını yapıyor. Araba markasının ya da içecek markalarının ve elbette film
şirketinin eğlence parkının reklamını yaparak film içi reklamın ucuzlaması
(kitschleşmesi daha doğrusu) eleştirilmiyor, tam tersine filme olan bağını
koparıyor ve ironik bir biçimde o şirketlerin reklamını yapmış oluyorsun, can
sıkıyor yani. Şirketleşmeye olan eleştiriyi nasıl abartalım diye düşünülmüş,
güzel düşünce ama kötü uygulama. Gerçi filmde rol çalan ve New Girl’deki Nick
rolüyle ünlenen Jake Johnson’ın dinozor ismiyle yaptığı monologumsu konuşma
komik olsa da, bu birkaç an dışında filmde gözle görülür bir etki yaratılmamış.
Tabi reklam ikilemi dışında çocukların ellerinde FastPass olduğu için
ayrıcalıklı olması ama diğer “normal” insanlara göre ölme şanslarının
azalmaması, hatta özel bileklikleri ve “kıyakları” olduğu için tehlikeye
atılmış olmaları da şirket eleştirisinin bir parçası. Bu eleştiri bana Cem
Yılmaz’ın esprisini hatırlatıyor. Kısaca “sanki Business Class ölmeyecek, aynı
uçaktayız” diye özetlenecek olan bu espriyle aynı kafada eleştiri. Bu insanın
doğaya olan kibiri dışında başka tarz bir kibirin eleştirini, doğaya değil
sisteme de karşı gelebilmeyi kendilerine sorun görmeyen iki çocuğun kibirine.
Parayla doğanın üstüne çıkabileceğini düşünmenin, biz kıyağız bizi korurlar
diye düşünmenin kibiri bu. Ayrıca şirketin olayı kontrol altına alabileceğini
sanması ve insanları uyarmayı kendine bir sorumluluk edinmemesi de dikkate
değer bir kibir ve insan hayatının başka değerlerin altına koyulduğunun hüzünlü
bir eleştirisi. Sonuçta parayla güvenlik satın aldığını sanabilirsin ama o
sistem aslında seni umursamıyor, aynı parktasınız.
Son olarak filmin eleştirirken kelimenin tam anlamıyla vahşice uyguladığı “şiddetle
seyirci çekme” taktiği ayrıca trajikomik bir durumdur. Küçücük çocukların
T-Rex’in canlı canlı keçi yemesini izlemekten Seaworld tarzı su gösterisinden
bir su dinozoruna köpekbalığı yedirilmesi, film ve eğlence sektörünün çalışma
stiline karşı vahşi bir eleştiri. Çocuklara bakan asistanın neredeyse estetik
bir vahşetle dakikalarca kemirilmesi, “eleştir ama uygula” çifte standartının da
en belirgin örneği. Benzer damarda başka bir eleştiri de, Indominus Rex’in
kırma olmasının nedeni olarak seyircilerin “normal” dinozorlardan sıkılmış
olması, yeni ve daha vahşi bir versiyonunu istemeleri. Aynı yorumu filmin kendisi için de
söyleyebiliriz çünkü, mekatronik bir T-Rex’ten sıkıldığımız için öldürmekte
daha usta ve kaotik bir dijital dinozoru heyecanla izliyoruz. Film diyor zaten;
seyirci yeniyi, vahşiyi, farklıyı istiyor diye ve bunun için her şey yapılmaya
hazır durumda. Sırf film (park) için yeni bir dinozor yaratılmış durumda. Sonuç
olarak bu filmin rekorlar kırması, uygularken eleştirdiği yapının ne kadar
etkili olduğunu ve uygulayınca da ne kadar kazanç getirdiğinin göstermiyor mu?
Toparlamak gerekirse efektlerinde etkilensem ve görsel olarak belli bir
heyecan vermiş olsa da, bence çok güzel bir şans boşa gitmiş, daha doğrusu çok
daha iyi olabilirmiş. Çünkü bu kararsızlıklar, senaryo üstüne biraz düşününce halledilebilecek
problemlerken bu çok amatörce hatalar filmin tüm etkinliğini sekteye uğratmış.
Kısacası tarihe Avatar gibi geçecek bir film olmuş, hikâyesiyle değil efektiyle
yani. Efekte karşı değilim, ama özellikle birinci filmin ve Spielberg’in diğer
filmlerinin gizli derinliği ve anlamlı eleştirisi yerini ucuzlaştırılmış,
gözümüze sokulan bir eleştiriye ve olmayan derinliğe bırakmış. Darısı ikinci
Jurassic World’un başına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder